Kafkasya'da 1864'te yaşanılan toplumsal
hareketliliğin adını net koymak gerekirse en uygun
düşen tanımlama ne olurdu? Göç mü, sürgün mü, hicret
mi? Kafkasya için demografik bir yıkım olduğu
tartışılmayan bu kitlesel yer değiştirme çoğunlukla
konuyu değerlendirenlerin dünya görüşüne göre farklı
yaklaşımlarla adlandırılır. Kimine göre gönüllü bir
göç, kimine göre zoraki bir sürgün, kimine göre dini
bir gereklilik olarak hicret...
Aslında yer değiştiren
Kuzey Kafkasyalıları niyetlerine göre ayırdığımız
vakit bu üç tanıma da uyan insanlar olduğu gerçeğine
ulaşmak zor olmaz. Evet, gerçekten göç edenler vardı,
bunlar sürekli bir istikrarsızlık tehdidi altındaki
yurtlarına Osmanlı coğrafyasını tercih eden gruplardı.
Belki ekonomik nedenlerle, belki başka saiklerle yaşam
alanlarını bırakıp Osmanlı topraklarına gelenlerdi
bunlar. Bu niyetle hareket edenler zaten 1864 öncesi
yurtlarını bırakıp, para eden her şeylerini satıp yola
çıkmışlardı. Savaşın ilk dönemlerinde Osmanlı'ya gelen
kıyılılar ve sürgün öncesi dönemlerde gelen "Hacret"
olarak adlandırılmayan Kabardeyler bu kategoride
değerlendirilebilir. İkinci olarak gerçekten sürgün
edilen bir grup vardı ki bunlar sayıca çok fazla
olmalı çünkü iki milyon insanın aynı anda rızai bir
şekilde vatanlarını terk ettiğini kabullenmek akılcı
olmaz. Bu grup savaşı bırakmak zorunda kalan, yurt
bilinci gelişmiş insanlardı ve tabii olarak savaştan
en fazla zarar görmüş kabilelerdi. Topluca yerinden
edilen Ubıkh, Abzakh, Şapsığ kabileleri büyük ölçüde
bu çıkarım çerçevesinde ele alınabilir. Üçüncü olarak;
dini manada hicret kavramından haberdar insanların
dini kaygılarla gerçekleştirdikleri göçtür. Osmanlı'ya
sığınan Asetinlerin, Çeçenlerin, Dağıstanlıların göçü
büyük ölçüde bu çerçevede değerlendirilebilir.
Özellikle Asetinlerin sadece İslam dinini benimsemiş
olanlarının Osmanlı topraklarına gelmiş olması göçün
saikinin en azından bu kabile için din olduğunu ortaya
koyar.
Yurdunu terk eden insanların çoğunun Osmanlı
topraklarında umduğunu bulamamış olması doğaldır. Zira
2000 yılı içinde Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan bin
kadar Çeçen sivilin de gerek ekonomik, gerek sosyal
bir sürü sıkıntı yaşadıkları ve savaş biter bitmez
yurtlarına dönmek istedikleri, yahut Avrupa'ya kapak
atmanın yolunu aradıkları gerçeği bugünkü
gözlemlerimizin sonucudur. İşte bu hayal kırıklığı ve yeni yerleştikleri
coğrafyada yaşamanın o kadar da kolay olmayacağı
düşüncesi göçenlerin geri dönme arzusuna kapılmalarını
sağlamıştır. Bu isteğin sebepleri de irdelenecek
olursa yeni yurda intibak edememek, yeni yurtta
yaşamanın gereği olan bazı sıkıntıları göze alamamak,
akraba ve vatan hasreti çekmek sıralanabilir. Tabii ki
göç, mülkiyetten kopmayı zaruri kılar. Feragat edilen
mülkiyet hem maddi mülkiyet hissi, hem de ait olunan
değerler, ilkeler örf adet kurallarını içerir. Bu
nedenle göçerlerin ne derece büyük bir pişmanlık hissi
içine düştükleri tahmin edilebilir. Bununla birlikte
geri dönüş o günün şartlarıyla hem yol şartları
nedeniyle zordu, hem de kanuni engeller vardı. İkilem
içindeki göçmenlerden geri dönmeye muvaffak olanlar da
çıkmıştır. Bu insanlar henüz göçmemiş olanlara denizin
karşı kıyılarında kendilerini beklemekte olan
sıkıntıları anlatmış ve kimi grupları göç niyetinden
vazgeçirmiştir.
Sürgünün ilk günlerinden beri kimliğinden haberdar
olan bütün kuşaklar geri dönüş fikrini taşımıştır.
İşte Çerkes halkının organize ettiği sivil toplum
kuruluşları, basın yayın çalışmaları incelendiğinde
görüyoruz ki sürülenlerin en son nesli de bu düşünceyi
dillendirmektedir ama her gün daha azalan sayıda, daha
azalan bir enerjiyle.
Aradan geçen yüz kırk yıllık zamana rağmen sürgün
edilenlerin torunlarının hala geri dönüş düşüncesi
içerisinde olması sosyolojinin garipsediği bir
tavırdır.
Peki bu gün itibariyle geri dönüş fikrinin sebepleri
nelerdir. Beş kuşaktır yaşadıkları memlekete uyum
sağlayamamak mı? Bu gerekçe çok fazla etkili olmasa
gerek çünkü son nesil yaşadığı bölgenin kültürüne
yabancı değildir. Hatta bu noktada yabancılık hissi,
kendi öz kültürüne karşı daha belirgindir,
dedelerinin çıktığı topraklarda şu anda var olan
kültüre yabancıdır, ana dilini bilmiyordur. Yaşamın
burada zor olduğu şıkkı da gerçekleri yansıtamaz çünkü
geri dönüş fikrini savunan genç, ana yurduna
döndüğünde dedelerinin buraya geldiği vakitler
yaşadığı sıkıntıları orada yaşayacaktır. Dil bilmeme,
yeni bir yaşam kurma çabası, kültüre yabancılık, hatta
iklime yabancılık vs. Akraba ve vatan hasreti de
kanımca tek başına sebep olamaz çünkü geri dönecek
olan kişi burada da akrabalarını ve doğduğu toprakları
bırakacaktır.
O vakit nedir geri dönüş düşüncesinin saiki?
Kimilerince dillendirilen "Çerkes halkının kendi
kaderini tayin eden bir halk olması "
gerekçesi mi? Bu da kanımca fazlaca değer ifade
etmiyor. Çünkü kendi kaderini tayin etmenin manasının
değiştiği bir yüzyılda yaşıyoruz. Çerkes halkının
mücadelesinin öncelikle varolma adına verildiği
aşikardır.
Evet her kültürün varlığı doğup geliştiği coğrafya
ile kaimdir. Yaşam alanından çıkan her kültür yok
olmaya mahkumdur. Japon kültürü Japonya'da, İskoç
kültürü İskoçya'da yaşar ve yaşam alanının dışına
sadece tanıtım amacıyla çıkar. Kafkas kültürü de
Kafkas coğrafyasıyla kaimdir. Varlığı bu coğrafyanın
dağlarıyla, sularıyla, havasıyla bağlantılıdır. Fakat
yer yüzünün her tarafına dağılmış olan Çerkes halkının
kitlesel olarak geri dönüşü de imkansıza yakın bir
zorluk taşımaktadır. Aradan geçen zaman yerleşilen
toprakların parçası haline getirmiştir sürgün
nesilleri ve yaşadıkları yerde fiili bir baskıyla
karşı karşıya oldukları söylenemez.
Kitlesel bir geri dönüş hareketinin zorluğu biraz da
1864'te yaşanılan dramın saikinin tek olmamasından
kaynaklanmaktadır. Göç niyetiyle yurdunu bırakmış
insanlar kendilerine yeni bir yaşam kurma
gayretindeydiler ve doğal olarak geri dönüş
düşünceleri yoktu. Sürgün edilenler için bu tespit
doğru olamaz çünkü sürgün gayrirızaidir, gayri
ihtiyaridir. Yani istem dışıdır. Sürülenler ilk
fırsatta anayurduna dönmek niyetini korumuşlardır.
Hicret edenler için ise amaçlanan daha serbest bir
ortamda dinin gereklerini rahatça yerine getirmek
olduğu için vatan kavramı dindaşların yaşadığı her
yere uydurulabilir. Bu noktada İslami anlayış farklı
mezhep içtihatları olmakla birlikte bir yerin asli
vatan olması için on beş günden fazla ikamet etmeyi
kafi görür. Çünkü Allah'ın arzı yeterince geniştir. Bu
nedenle ataların yaşadığı topraklara kutsallık
atfedilemez.
Kafkasyalılar için tüm bu çıkarımlar sebep sonuç
ilişkileri içinde değerlendirilirken gözden
kaçırılmaması gereken husus bu bölge insanının kültür
ve karakter yapısının sergilediği özgünlüktür. Başka
coğrafyalar ve başka kültürler için geçerli olan
değişmezler bu bölge için farklılık arz edebilir. Bu
nedenle bir ulusal fikri sabit haline gelmiş olan ana
yurt düşüncesini tüm bu değerlendirmelerle birlikte
bölgenin özgün yapısının gerekleriyle birlikte ele
almak icap eder.
Bu gün geri dönüş fikrinin sebebi olsa olsa Çerkes
kültürünün yaşatılması düşüncesi, geri dönmek
isteyenin Çerkes gibi yaşamayı arzu etmesidir. Bu
noktada ilk sürgün nesli geri dönme düşüncesine sevk
eden nedenlerle şimdiki neslin aklına geri dönüş
düşüncesini düşüren nedenler ayrıdır. Şu an
dedelerinin çıktığı topraklara geri dönme düşüncesi
içindeki insanlara yüce gönüllerinden dolayı saygı
duymak gerektiği kadar bu düşünceyi kitlelerin
benimseyememesini doğal karşılamak da gerekmektedir.
Zira neredeyse bir buçuk asırdır yaşadığımız bu
topraklar için yaptıklarımız buraları bizler için
vatan kılmaya yetmelidir.
Sorun eğer bir halk olarak varlığımızı sürdürmek,
kültürümüzü yaşatmak ve özgün renklerimizi korumak,
bununla birlikte uğradığımız hukuksuzluğu, boyutlarını
ancak bizim bildiğimiz soykırımı uygar dünyaya
anlatmak ve hakkımız olan yeri dünya platformunda elde
etmek ise bu sadece kitlesel bir geri dönüşle değil,
aynı zamanda anayurduna karşı sorumluluğunu unutmayan
kuvvetli bir harici lobi ile sağlanabilir. Bir
vakitler Carım Aslan'ın ifade ettiği gibi dünyanın her
köşesindeki Çerkes, Çerkes halkının gönüllü elçisi
olarak varlığımızı ve değerlerimizi dünya platformuna
taşımakla görevli olmalıdır.
Hulusi Üstün
hareketliliğin adını net koymak gerekirse en uygun
düşen tanımlama ne olurdu? Göç mü, sürgün mü, hicret
mi? Kafkasya için demografik bir yıkım olduğu
tartışılmayan bu kitlesel yer değiştirme çoğunlukla
konuyu değerlendirenlerin dünya görüşüne göre farklı
yaklaşımlarla adlandırılır. Kimine göre gönüllü bir
göç, kimine göre zoraki bir sürgün, kimine göre dini
bir gereklilik olarak hicret...
Aslında yer değiştiren
Kuzey Kafkasyalıları niyetlerine göre ayırdığımız
vakit bu üç tanıma da uyan insanlar olduğu gerçeğine
ulaşmak zor olmaz. Evet, gerçekten göç edenler vardı,
bunlar sürekli bir istikrarsızlık tehdidi altındaki
yurtlarına Osmanlı coğrafyasını tercih eden gruplardı.
Belki ekonomik nedenlerle, belki başka saiklerle yaşam
alanlarını bırakıp Osmanlı topraklarına gelenlerdi
bunlar. Bu niyetle hareket edenler zaten 1864 öncesi
yurtlarını bırakıp, para eden her şeylerini satıp yola
çıkmışlardı. Savaşın ilk dönemlerinde Osmanlı'ya gelen
kıyılılar ve sürgün öncesi dönemlerde gelen "Hacret"
olarak adlandırılmayan Kabardeyler bu kategoride
değerlendirilebilir. İkinci olarak gerçekten sürgün
edilen bir grup vardı ki bunlar sayıca çok fazla
olmalı çünkü iki milyon insanın aynı anda rızai bir
şekilde vatanlarını terk ettiğini kabullenmek akılcı
olmaz. Bu grup savaşı bırakmak zorunda kalan, yurt
bilinci gelişmiş insanlardı ve tabii olarak savaştan
en fazla zarar görmüş kabilelerdi. Topluca yerinden
edilen Ubıkh, Abzakh, Şapsığ kabileleri büyük ölçüde
bu çıkarım çerçevesinde ele alınabilir. Üçüncü olarak;
dini manada hicret kavramından haberdar insanların
dini kaygılarla gerçekleştirdikleri göçtür. Osmanlı'ya
sığınan Asetinlerin, Çeçenlerin, Dağıstanlıların göçü
büyük ölçüde bu çerçevede değerlendirilebilir.
Özellikle Asetinlerin sadece İslam dinini benimsemiş
olanlarının Osmanlı topraklarına gelmiş olması göçün
saikinin en azından bu kabile için din olduğunu ortaya
koyar.
Yurdunu terk eden insanların çoğunun Osmanlı
topraklarında umduğunu bulamamış olması doğaldır. Zira
2000 yılı içinde Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan bin
kadar Çeçen sivilin de gerek ekonomik, gerek sosyal
bir sürü sıkıntı yaşadıkları ve savaş biter bitmez
yurtlarına dönmek istedikleri, yahut Avrupa'ya kapak
atmanın yolunu aradıkları gerçeği bugünkü
gözlemlerimizin sonucudur. İşte bu hayal kırıklığı ve yeni yerleştikleri
coğrafyada yaşamanın o kadar da kolay olmayacağı
düşüncesi göçenlerin geri dönme arzusuna kapılmalarını
sağlamıştır. Bu isteğin sebepleri de irdelenecek
olursa yeni yurda intibak edememek, yeni yurtta
yaşamanın gereği olan bazı sıkıntıları göze alamamak,
akraba ve vatan hasreti çekmek sıralanabilir. Tabii ki
göç, mülkiyetten kopmayı zaruri kılar. Feragat edilen
mülkiyet hem maddi mülkiyet hissi, hem de ait olunan
değerler, ilkeler örf adet kurallarını içerir. Bu
nedenle göçerlerin ne derece büyük bir pişmanlık hissi
içine düştükleri tahmin edilebilir. Bununla birlikte
geri dönüş o günün şartlarıyla hem yol şartları
nedeniyle zordu, hem de kanuni engeller vardı. İkilem
içindeki göçmenlerden geri dönmeye muvaffak olanlar da
çıkmıştır. Bu insanlar henüz göçmemiş olanlara denizin
karşı kıyılarında kendilerini beklemekte olan
sıkıntıları anlatmış ve kimi grupları göç niyetinden
vazgeçirmiştir.
Sürgünün ilk günlerinden beri kimliğinden haberdar
olan bütün kuşaklar geri dönüş fikrini taşımıştır.
İşte Çerkes halkının organize ettiği sivil toplum
kuruluşları, basın yayın çalışmaları incelendiğinde
görüyoruz ki sürülenlerin en son nesli de bu düşünceyi
dillendirmektedir ama her gün daha azalan sayıda, daha
azalan bir enerjiyle.
Aradan geçen yüz kırk yıllık zamana rağmen sürgün
edilenlerin torunlarının hala geri dönüş düşüncesi
içerisinde olması sosyolojinin garipsediği bir
tavırdır.
Peki bu gün itibariyle geri dönüş fikrinin sebepleri
nelerdir. Beş kuşaktır yaşadıkları memlekete uyum
sağlayamamak mı? Bu gerekçe çok fazla etkili olmasa
gerek çünkü son nesil yaşadığı bölgenin kültürüne
yabancı değildir. Hatta bu noktada yabancılık hissi,
kendi öz kültürüne karşı daha belirgindir,
dedelerinin çıktığı topraklarda şu anda var olan
kültüre yabancıdır, ana dilini bilmiyordur. Yaşamın
burada zor olduğu şıkkı da gerçekleri yansıtamaz çünkü
geri dönüş fikrini savunan genç, ana yurduna
döndüğünde dedelerinin buraya geldiği vakitler
yaşadığı sıkıntıları orada yaşayacaktır. Dil bilmeme,
yeni bir yaşam kurma çabası, kültüre yabancılık, hatta
iklime yabancılık vs. Akraba ve vatan hasreti de
kanımca tek başına sebep olamaz çünkü geri dönecek
olan kişi burada da akrabalarını ve doğduğu toprakları
bırakacaktır.
O vakit nedir geri dönüş düşüncesinin saiki?
Kimilerince dillendirilen "Çerkes halkının kendi
kaderini tayin eden bir halk olması "
gerekçesi mi? Bu da kanımca fazlaca değer ifade
etmiyor. Çünkü kendi kaderini tayin etmenin manasının
değiştiği bir yüzyılda yaşıyoruz. Çerkes halkının
mücadelesinin öncelikle varolma adına verildiği
aşikardır.
Evet her kültürün varlığı doğup geliştiği coğrafya
ile kaimdir. Yaşam alanından çıkan her kültür yok
olmaya mahkumdur. Japon kültürü Japonya'da, İskoç
kültürü İskoçya'da yaşar ve yaşam alanının dışına
sadece tanıtım amacıyla çıkar. Kafkas kültürü de
Kafkas coğrafyasıyla kaimdir. Varlığı bu coğrafyanın
dağlarıyla, sularıyla, havasıyla bağlantılıdır. Fakat
yer yüzünün her tarafına dağılmış olan Çerkes halkının
kitlesel olarak geri dönüşü de imkansıza yakın bir
zorluk taşımaktadır. Aradan geçen zaman yerleşilen
toprakların parçası haline getirmiştir sürgün
nesilleri ve yaşadıkları yerde fiili bir baskıyla
karşı karşıya oldukları söylenemez.
Kitlesel bir geri dönüş hareketinin zorluğu biraz da
1864'te yaşanılan dramın saikinin tek olmamasından
kaynaklanmaktadır. Göç niyetiyle yurdunu bırakmış
insanlar kendilerine yeni bir yaşam kurma
gayretindeydiler ve doğal olarak geri dönüş
düşünceleri yoktu. Sürgün edilenler için bu tespit
doğru olamaz çünkü sürgün gayrirızaidir, gayri
ihtiyaridir. Yani istem dışıdır. Sürülenler ilk
fırsatta anayurduna dönmek niyetini korumuşlardır.
Hicret edenler için ise amaçlanan daha serbest bir
ortamda dinin gereklerini rahatça yerine getirmek
olduğu için vatan kavramı dindaşların yaşadığı her
yere uydurulabilir. Bu noktada İslami anlayış farklı
mezhep içtihatları olmakla birlikte bir yerin asli
vatan olması için on beş günden fazla ikamet etmeyi
kafi görür. Çünkü Allah'ın arzı yeterince geniştir. Bu
nedenle ataların yaşadığı topraklara kutsallık
atfedilemez.
Kafkasyalılar için tüm bu çıkarımlar sebep sonuç
ilişkileri içinde değerlendirilirken gözden
kaçırılmaması gereken husus bu bölge insanının kültür
ve karakter yapısının sergilediği özgünlüktür. Başka
coğrafyalar ve başka kültürler için geçerli olan
değişmezler bu bölge için farklılık arz edebilir. Bu
nedenle bir ulusal fikri sabit haline gelmiş olan ana
yurt düşüncesini tüm bu değerlendirmelerle birlikte
bölgenin özgün yapısının gerekleriyle birlikte ele
almak icap eder.
Bu gün geri dönüş fikrinin sebebi olsa olsa Çerkes
kültürünün yaşatılması düşüncesi, geri dönmek
isteyenin Çerkes gibi yaşamayı arzu etmesidir. Bu
noktada ilk sürgün nesli geri dönme düşüncesine sevk
eden nedenlerle şimdiki neslin aklına geri dönüş
düşüncesini düşüren nedenler ayrıdır. Şu an
dedelerinin çıktığı topraklara geri dönme düşüncesi
içindeki insanlara yüce gönüllerinden dolayı saygı
duymak gerektiği kadar bu düşünceyi kitlelerin
benimseyememesini doğal karşılamak da gerekmektedir.
Zira neredeyse bir buçuk asırdır yaşadığımız bu
topraklar için yaptıklarımız buraları bizler için
vatan kılmaya yetmelidir.
Sorun eğer bir halk olarak varlığımızı sürdürmek,
kültürümüzü yaşatmak ve özgün renklerimizi korumak,
bununla birlikte uğradığımız hukuksuzluğu, boyutlarını
ancak bizim bildiğimiz soykırımı uygar dünyaya
anlatmak ve hakkımız olan yeri dünya platformunda elde
etmek ise bu sadece kitlesel bir geri dönüşle değil,
aynı zamanda anayurduna karşı sorumluluğunu unutmayan
kuvvetli bir harici lobi ile sağlanabilir. Bir
vakitler Carım Aslan'ın ifade ettiği gibi dünyanın her
köşesindeki Çerkes, Çerkes halkının gönüllü elçisi
olarak varlığımızı ve değerlerimizi dünya platformuna
taşımakla görevli olmalıdır.
Hulusi Üstün