Yer İdeal tepe, bir akrabamızın evinde bayram teatisi, kalabalık ortam, eniştemizin Antakya da bulunmasından dolayı, onunda eş dostunun gelmişliğinden müteşekkil bir kamyon insan. Misafirleri ağırlamak için koşturan evin gelini eşim ve tez canlı rahmetli halazadem Nezihe Yediç(Civelek).Konuklar arasında Komiser, Avukat, Doktor bir sürü akademisyen şahsiyetler. Muhabbetler, gülüşmeler hoş saatler. Emniyet amiri olduğu daha sonra bana söylenen zatı şahanelerden birinin sohbet esnasında anlattığı hikâye. Olay Sivas taraflarında, hava muhalefetinden kapanan bir kara yolunda geçiyor. Her yer bembeyaz, adam boyu kanallar oluşturarak çukurlaşan arazide kalmış çaresiz arabalar ve içindeki insanlar. Göz gözü görmeyecek şekilde devam eden tipi. Yerdeki kar yığınlarını sürekli takviye eden, dur durak bilmeyen, zaman zaman lapa lapa yağışlara dönen, gökyüzünden beyaz pamukların aşağılara süzülmesi. Havanın biraz açmasını fırsat kollayan yetkililerin, helikopterlerle aşağıdakilere yardım paketleri atması. İnsanların sırat köprüsünü akıllara getirip, bin bir dualaşması. Yol açma çalışmaları yapan iş makinelerinin gürültüleri.
Ellerinde büyükçe bir kazanı kulplarından tutmuş birkaç çocuk, soğuk havada, kazan kapaklarının kenarlarından çıkan buharlar arasında, karşı yokuşlardan, karlar arasından, yarılmış yıkık duvarları andıran izler bırakarak asfalta indiler. Bir ikisinin elinde metal bardaklar vardı. O ikisi araba camlarından içeri bakarak ya geçip gidiyorlar, bezende tespit ettikleri arabaların yanında durup geride kalan kazan taşıyıcılara sesleniyorlardı.
_Bu arabada çocuk var gelin buraya.
Arabanın kapısı açılıyor, bardak tutmakla görevli minikler, kazan görevlilerinin kupaları doldurmalarından sonra, bardaklar içeri uzatılıyordu. Bir kaç arabaya bu şekilde servisler yapılmasına şahit olduktan sonra, eşimin beni uyarmasıyla arabamdan indim. Çocuklara yaklaştın ve sordum.
_Çocuklar o ne?
_Süt amca
_Satıyor musunuz?
_Hayır, amca, biz sadece bebek ve çocuk olan arabalara süt veriyoruz.
Buram buram süt kokusu, eksi bilmem kaç derece soğukta az buçukta olsa hemen yanı başımdaki, kaynamışlıktan harareti içine hapsetmiş kazanın ısısını hissedişim. Beni çeken, açlığın çaresizliğin nefsi cüreti. Hemen çocuklara her zaman her şeyi hallettiğimi zannettiğim metaa mı sergileyişim. Elimi cebime attım, siyah cüzdanımın içinden parmak yordamıyla banknotları çıkardım.
_Bakın çocuklar, biz arabada beş kişiyiz ama çocuk yok, bizlere de parayla satın olur mu?
Ben bunları bardakçı çocukla konuşurken, diğer kazancılar birkaç adım geri geri gittikten sonra arkalarını dönüp uzaklaştılar. Adeta çocuğa yalvarıyor, önünde diz çökmediğim kalıyordu. Çocuk,
_Olmaz amca, biz annemizden sadece bebeklere ve çocuklara vereceğiz diye süt aldık.
Samimi güler yüzlü, elimden geldiği kadar sevecen olmaya çalışıyor, çocuğu ikna ya uğraşıyordum.
_Aferin delikanlılar, tabi bebekler ve çocuklar daha önemli. Ama bizlerde yaşlıyız, hem nereden geliyorsunuz siz?
Bu sefer konuştuğum çocukta geri geri adımlar atarak diğer eliyle beyaz örtülerle kaplı yönü göstererek.
_Olmaz amca, çocuklara yetmez sonra, şu taraftan geldik, tepenin arkasında bir köy var, onu geçtikten sonra ki köy bizim köy, gidin isterseniz annemler de sizi ağırlarlar, tepenin arkasındaki köye vardınız mı sorun, biz ÇERKEZ köyüne gideceğiz deyin, onlar size tarif ederler.
Halamın misafiri o kış başından geçen hikâyeyi anlatıyor ve asfalta ilk yakın köyün gerisinden gelen, bu insani davranıştaki çocukların, muhakkak başka bir kültürün eseri olduklarına vurgu yapıyordu.
DECENGUA RECEP
Ellerinde büyükçe bir kazanı kulplarından tutmuş birkaç çocuk, soğuk havada, kazan kapaklarının kenarlarından çıkan buharlar arasında, karşı yokuşlardan, karlar arasından, yarılmış yıkık duvarları andıran izler bırakarak asfalta indiler. Bir ikisinin elinde metal bardaklar vardı. O ikisi araba camlarından içeri bakarak ya geçip gidiyorlar, bezende tespit ettikleri arabaların yanında durup geride kalan kazan taşıyıcılara sesleniyorlardı.
_Bu arabada çocuk var gelin buraya.
Arabanın kapısı açılıyor, bardak tutmakla görevli minikler, kazan görevlilerinin kupaları doldurmalarından sonra, bardaklar içeri uzatılıyordu. Bir kaç arabaya bu şekilde servisler yapılmasına şahit olduktan sonra, eşimin beni uyarmasıyla arabamdan indim. Çocuklara yaklaştın ve sordum.
_Çocuklar o ne?
_Süt amca
_Satıyor musunuz?
_Hayır, amca, biz sadece bebek ve çocuk olan arabalara süt veriyoruz.
Buram buram süt kokusu, eksi bilmem kaç derece soğukta az buçukta olsa hemen yanı başımdaki, kaynamışlıktan harareti içine hapsetmiş kazanın ısısını hissedişim. Beni çeken, açlığın çaresizliğin nefsi cüreti. Hemen çocuklara her zaman her şeyi hallettiğimi zannettiğim metaa mı sergileyişim. Elimi cebime attım, siyah cüzdanımın içinden parmak yordamıyla banknotları çıkardım.
_Bakın çocuklar, biz arabada beş kişiyiz ama çocuk yok, bizlere de parayla satın olur mu?
Ben bunları bardakçı çocukla konuşurken, diğer kazancılar birkaç adım geri geri gittikten sonra arkalarını dönüp uzaklaştılar. Adeta çocuğa yalvarıyor, önünde diz çökmediğim kalıyordu. Çocuk,
_Olmaz amca, biz annemizden sadece bebeklere ve çocuklara vereceğiz diye süt aldık.
Samimi güler yüzlü, elimden geldiği kadar sevecen olmaya çalışıyor, çocuğu ikna ya uğraşıyordum.
_Aferin delikanlılar, tabi bebekler ve çocuklar daha önemli. Ama bizlerde yaşlıyız, hem nereden geliyorsunuz siz?
Bu sefer konuştuğum çocukta geri geri adımlar atarak diğer eliyle beyaz örtülerle kaplı yönü göstererek.
_Olmaz amca, çocuklara yetmez sonra, şu taraftan geldik, tepenin arkasında bir köy var, onu geçtikten sonra ki köy bizim köy, gidin isterseniz annemler de sizi ağırlarlar, tepenin arkasındaki köye vardınız mı sorun, biz ÇERKEZ köyüne gideceğiz deyin, onlar size tarif ederler.
Halamın misafiri o kış başından geçen hikâyeyi anlatıyor ve asfalta ilk yakın köyün gerisinden gelen, bu insani davranıştaki çocukların, muhakkak başka bir kültürün eseri olduklarına vurgu yapıyordu.
DECENGUA RECEP